Hepimiz dünyayı beş duyumuz vasıtasıyla algılıyoruz.Gelen bütün veriler zihnimizde kaydediliyor. Herkes aynı beş duyuya sahipken bunların kaydettiği verilerin farklı olması acaba neden, hiç düşündünüz mü? Çünkü bakış açılarımız, dünyayı ve kendimizi değerlendirme kriterlerimiz de farklı. Başınıza gelen bir olaya üzülüp hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.Bunu bir deneyim olarak görüp yeni öğrenim ve farkındalıklarınıza da odaklanabilirsiniz.Seçim sizin… Çok gelişmiş bir bilgisayar saniyede 100 milyonun üzerinde işlem yapabiliyor.Bu bilgisayarın 100 sene boyunca yapabileceğini bizim beynimiz 1 dakikada yapabilecek kapasiteye sahip. Peki bu muazzam gücümüzün ne kadar farkındayız? Eğer farkındaysak ne yönde kullanıyoruz? Evimize, kendimize yeni bir eşya alırken onu; kalitesi, fiatı, işlevselliği gibi belirli kriterler bakımından imtihana tabi tutuyoruz. Duygularımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın kaynağı; bizi oluşturan her şeyi kontrol eden beynimiz hakkında neler biliyoruz? Zihnimizi temel olarak bilinç ve bilinçaltı olarak iki kısımda inceleyebiliriz. Bilinçli zihnimiz zihnimizin rasyonel düşünen kısmı.Yani farkında olduğumuz düşüncelerimiz. Siz bu yazıyı okumaya karar verdiniz.İşte bilinçli zihniniz şu anda çalışıyor. Biraz sonra belki karnınız acıkacak.Tarhana çorbası içmeye karar vereceksiniz.bu da bilinçli zihninizin bir tercihi.. Yapılan araştırmalara göre zihnimizin bu kısmı 5 ila 9 arası veri alabiliyor. Bilinçaltımızı bir depoya benzetebiliriz.Zihnimizin % 88lik bir kısmını oluşturuyor.Beş duyumuz vasıtasıyla alınan her bilgi, yani bütün yaşamımız, bir kameraya çekilmiş gibi orada kayıtlı. O uyku da uyumuyor.24 saat çalışıyor.Nefes alışımızı, kalbimizin atışını, kan dolaşımımızı, sindirim sistemimizi; kısaca size ait olan her şeyi siz düşünmeden sizin için kontrol ediyor. Bilinçaltı bu kadar gücüne karşın o kadar aptal ki, gerçekle gerçek olmayanı ayırt edemiyor.Yani kör ve sağır.Çünkü ona söylediğiniz her şeyi gerçek gibi algılıyor. İşte biz bunu avantaj olarak kullanabiliriz.Bilinçaltımızı kullanarak hayatımızı değiştirebilir,istediğimiz her şeye kavuşabiliriz. Nereye gittiği belli olmayan bir arabanın kontrolünü elimize alabiliriz.Hadi arka koltuktan direksiyona geçelim. Arabayı istediğimiz yöne doğru sürelim. 90’lı yılların başında bir bilim dergisi olan Research Qarterly’de yayınlanan çok ilginç bir araştırma var.Bu araştırmada basketbol oynayan öğrenciler üç guruba ayrılıyorlar. İlk gurup basketbol topunu fileye sokabilmek için 20 gün boyunca fiziksel antreman yapıyor.Ter döküyor. İkinci gurup hiçbir şey yapmıyor,yan gelip yatıyor. Üçüncü gurupsa 20 gün boyunca her gün zihinse antreman yapıyor. Yani zihinlerinde hayali olarak topu tutuyorlar, paslaşıyorlar, çok güzel atışlar yapıyorlar, terlediklerini hissediyorlar, inanılmaz güzellikte bir maç çıkararak seyircinin alkış seslerini duyuyorlar, maç bitiminde gelen tebrikleri kabul ediyorlar.* 20 günün sonunda her gün antreman yapan ilk gurubun performansında % 24‘lük bir artış oluyor.yan gelip yatan ikinci gurupta, beklenilebileceği gibi, hiçbir değişiklik yok.Zihinsel antreman yapan üçüncü gurubun performansında da % 23’lük bir artış oluyor. Dikkat edin! Topu ellerine bile değdirmeden hemen hemen ilk gurup kadar başarı sağlıyorlar. Yani bilinçaltı beş duyunun etkili bir şekilde kullanıldığı ve canlı hayallerin kullanıldığı bir senaryonun sürekli tekrarlanmasıyla, aslında henüz gerçekleşmemiş şeyleri gerçekmiş gibi kabul etmeye başlıyor ve beyne bu sinyali gönderiyor. Ne müthiş bir güç öyle değil mi? Maalesef korkularımız da bu yolla oluşuyor.İnsanoğlunun doğuştan sahip olduğu iki temel korku var.Düşme ve ses korkusu. Kalan bütün korkularımızı süreç içerisinde öğreniyoruz… Nasıl mı? Hepimizin korktuğumuz şeylerle alakalı senaryolarımız var.Bunlar olumsuz görüntüler, sesler ve hisler içeriyorlar. Düşüncelerimiz kendilerini gerçekleştirme kehanetine sahiptirler… Çevremizdekilerin iyi yönlerini görürsek hep iyi insanlar, kötü yönlerini görürsek hep kötü insanlar çıkar karşımıza… Odaklandığınız şeyler yaşamınızın kalitesini belirler… Kendimiz ve başkaları adına iyi şeyler dileyelim Hep birlikte güzelliklere odaklanalım ki; güzel bir yıl geçirelim… ALINTI
DEVAMINI OKU..
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle demiştir: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin. İçerisinde kitap,kitap özetleri,alıntılar,görüşlerimizin yer alacağı;hayata dair ortak bilinci arayacağımız bir platform oluşturmak gayretindeyiz.Bilgi paylaşıldıkça çoğalır.Bilinçli düşünceyi oluşturmak,büyük resmi görebilmek için bizle kalın.Her türlü görüş,öneri,katılım ve eleştirlerinize açığız. (TEST YAYINI)
beyin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beyin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Ekim 2011 Cumartesi
26 Ekim 2011 Çarşamba
BEYİN EVREN MODELİ
Beyin; Holografik Evrenin küçük bir modeli
Kanada’da yapılan bir araştırma, dini meditasyon sırasında, bazı bilim adamlarının savunduğu gibi, beynin sadece bir kısmının değil, birçok bölgesinin harekete geçtiğini belirledi. 03.09.2006 tarihinde gazetelerde çıkan bu haberi bir de meta bilim yani metafizikle bilimin kesiştiği yeni görüş açısından da incelemekte büyük yarar var.
MONTREAL Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Mario Beauregard ve ekibi tarafından yürütülen araştırmada, 23 ile 64 yaşları arasındaki 15 rahibenin dini meditasyon sırasındaki beyin faaliyetleri MRI (manyetik rezonansla görüntüleme tekniği) ile incelendi. Sonuçları "Neuroscience Letters" adlı dergide yayınlanacak olan araştırmada, bazı bilim adamlarınca 10 yıl kadar önce dile getirilen ve beynin ön tarafında dini inanışı yöneten "Tanrı noktası" adlı bir bölgenin bulunduğu teorisinin sorgulanması amaçlandı.
Tüm beyinde hareket
Dr. Beauregard ve ekibi tarafından yürütülen araştırma, dini ibadete odaklanma sırasında, beynin faaliyetinin sadece "ön lob" ile sınırlı kalmadığını ortaya çıkardı. Araştırmasının sonuçlarını yorumlayan Dr. Beauregard, "Beyinde tek başına bir ’Tanrı noktası’ bulunmuyor. Bu tip faaliyet sırasında, duygulanma, benlik bilinci veya vücudu boşlukta betimleme gibi değişik fonksiyonlarla birlikte tüm beyin çapında karmaşık bir hareket söz konusu" diye konuştu.
Deneyler sırasında, rahibelerin "Tanrı ile birlikte bir mutluluk ve barış duygusu" hissettiklerini söylediğini belirten Beauregard, bu sırada özellikle beynin heyecan kısmı olan "limbik sistem" bölgesinde bir hareketlenme tespit ettiklerini kaydetti.
Dalgalarda Yavaşlama
İncelemeleri sırasında ayrıca vücudun betimlenmesine bağlı bir bölge olan yan kortekste de değişiklik belirlediklerini anlatan Beauregard, din adamlarının meditasyon sırasında vücutlarını daha az hissettiklerini söylemelerinden ötürü beynin bu bölümünün önemli olduğunu belirtti.
Kanadalı bilim adamı buna karşın, bu faaliyet sırasında beyin dalgaları seviyesinde bir yavaşlama tespit ettiklerini belirterek, "Beyin dalgalarını isteğe bağlı olarak yavaşlatmak olanak dışı. Bu durum bize dini meditasyon sırasında elektrik seviyesinde beynin çalışmasında bir değişiklik olduğunu gösteriyor" dedi.
Beyin,inmeden sonra yeni sinir hücresi üretiyor
Uzun yıllar, yetişkinlerde yeni beyin hücrelerinin üretilmediğini düşünen, ancak üretimin sürdüğünü tespit eden bilim adamları, son olarak bir inmeden sonra dahi beyinde yeni sinir hücrelerinin oluştuğunu keşfetti. ABD’nin California Eyaleti’nin Novata kentindeki Buck Yaşlılık Araştırmaları Enstitüsü bilim adamları, insan beyninin inmeden sonra yeni sinir hücreleri ürettiğini tespit etti. David Greenberg başkanlığındaki ekibin, Proceedings Dergisi’nde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, insan beyni, beyin kanaması gibi özel durumlardan sonra, sanki oluşan hasarı gidermek istercesine yeni sinir hücresi üretiyor. Araştırma ekibi, inme sonucu hayatını kaybeden hastaların beyinlerinde yaptığı incelemede, yeni oluşmuş sinir hücreleri buldu. Ekip, yeni sinir hücrelerinin özellikle kan damarları yakınında oluştuğunu, bunun da hücre çoğalmasına katkı sağladığını bildirdi. Araştırma sonuçlarının, insan beyninde hasar gören bölümlerin tedavi yöntemlerine yardımcı olabileceği belirtiliyor. (03.09.2006- Hürriyet)
Beyne meta bilim açısından bakış
Holistik yani bütüncül bir bakış açısından bu araştırmayı ele alırsak; Dr. Beauregard, beyinde tek başına bir ’Tanrı noktası’ bulunmuyor derken çok haklı çünkü bu tip faaliyet sırasında, duygulanma, benlik bilinci veya vücudu boşlukta betimleme gibi değişik fonksiyonlarla birlikte tüm beyin çapında daha karmaşık gibi gözüken ama daha bütüncül bir hareketlenme söz konusu.
Beyinde tek bir nokta aramak modası geçmiş kartezyen görüşü savunmak olurdu ki, bedene ve insana holistik bir anlayışla yaklaşım günümüz bilim adamları bu anlayışı yenilemek için Dr. Beauregard ‘ınki gibi araştırmalar yapıyorlar.Özellikle metafizikle yeni fizik arasındaki köprüyü ortaya çıkarmak için yıllardır araştırma yapan iki ünlü bilim adamının beyinle ilgili araştırmalarına kısaca bir göz gezdirmek bu konuda farklı düşünmek için çok yararlı olabilir.
Stanford üniversitesi beyin cerrahı Karl Pribram ve fizikçi David Bohm (Kuantum teorisyeni) insan beyninin holografik bir evrende, bir hologram gibi çalıştığını bilirdiler. Hologram; cisim tarafından dağılan ışık dalgasının, eş titreşimde tepeler ve yarıklardan oluşan anlamsız, bulanık bir girişim deseni olarak bir plaka üstüne kaydedildiği merceksiz bir fotografik bir işlemdir. Bu fotografik kayıt lazer gibi birleşik (aynı frekans ve aynı faza sahip iki veya daha fazla dalgadan oluşan) bir ışık altına yerleştirildiğinde üç boyutlu imgeler ortaya çıkar. Hologramın herhangi bir parçası imgenin tamamını yeniden kurar.
Bu buluş metafizik ile fiziği birleştirme noktasına getirmiştir. Eşyanın olayların, zaman ve mekanın farklı ve ayrı anlaşılan oluşum gerçeğinin altında tüm şeylerin ve olayların mekansız, zamansız ve bölünmemiş olduğu tezahür etmemiş, örtülü bir titreşimsel -frekans düzeni vardır. Bizlerdeki hologram yani bütüncül, bütüne ait enerji zamansız ve mekansızdır. Doğa üstü, doğanın bir parçasıdır. Tüm doğa ötesi fenomenler fizikteki nükleer fenomen gibi sadece o anda başka boyutları okuduğumuz anlamına gelmektedir. Telepati önceden bilebilme şifa gibi olaylar zaman ve mekanı aşan boyutta oluşmaktadır. Enerjinin buradan oraya gitmesine hiç gerek yoktur; zaten orası diye bir şey yoktur.
Bohm, algıladığımız dünyayı vitrin olarak adlandırır. “Tüm şuurumuz; geçmiş bilgimiz ile şu anki algısal verilerin kaynaştığı bir vitrindir demektedir. Fakat egomuzun altında evrensel, mekansız ve zamansız hafıza yaşamaktadır. Bunu hipnotik translarda devamlı görmekteyiz zamanın rölatif ve göreceli olduğu trans altındaki bireyde farklı algılandığını net bir biçimde kanıtlayabiliriz.” diyor.
Her birimiz holografik evrene doğar ve ilk ayları yaşamın tümü ile uyumlu bir birliktelikle geçiririz. Hologramın o parçası henüz kendinin farkında değildir. Bu hologramı taşıyan insanda kendi farkında değildir. Farkındalık gelişir ve hologramdan çıkmış oluruz. Beyin yapısındaki delta, teta, alfa, beta dalgalarında deneyimlediğimiz bilinç durumları ve bu durumlara denk gelen algılamalar arasındaki benzerlikler çok ilginçtir.Bu nedenle de Dr. Beauregard ‘ın "Beyin dalgalarını isteğe bağlı olarak yavaşlatmak olanak dışı” sözü bu bakış açısı içinde pek haklı sayılmaz. Bir süje rölaksasyon-gevşeme yöntemleri ve araştırmayı yapan Dr. Beauregard ve arkadaşlarının da tespit ettiği gibi yoğun bir meditasyon sırasında beyni alfa dalgalarından teta dalgalarına getirinceye kadar değişiklik yapabilir.
BEYİN DALGALARININ EEG ÖLÇÜMLERİ
Beta Dalgaları - Uyanık Durumu
13 Hz' den 30 Hz' e kadar
Alfa Dalgaları - Rahatlama Durumu
8 Hz' den 12 Hz' e kadar
Teta Dalgaları - Meditasyon, Rüya Durumu
4 Hz' den 7 Hz' e kadar
Delta Dalgaları - Derin Uyku Durumu
1 Hz' den 3 Hz' e kadar
Bu ünlü iki bilim adamı, beynin Teta dalgaları yayma halini C.G.jung un kolektif bilinçaltı diye adlandırdığı kavramla da özdeşleştiriyorlar ve bu noktada yaşamın ve hologramın arşetepik niteliklerini deneyimlediğimizi söylüyorlar. Yeni bilimsel araştırmalar inanç alanında hiç zorlanmadan bazı metafizik gerçeklerle-fizik arasında bağlantı kurmamıza olanak sağlayacak gibi görünüyor.
Kanada’da yapılan bir araştırma, dini meditasyon sırasında, bazı bilim adamlarının savunduğu gibi, beynin sadece bir kısmının değil, birçok bölgesinin harekete geçtiğini belirledi. 03.09.2006 tarihinde gazetelerde çıkan bu haberi bir de meta bilim yani metafizikle bilimin kesiştiği yeni görüş açısından da incelemekte büyük yarar var.
MONTREAL Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Mario Beauregard ve ekibi tarafından yürütülen araştırmada, 23 ile 64 yaşları arasındaki 15 rahibenin dini meditasyon sırasındaki beyin faaliyetleri MRI (manyetik rezonansla görüntüleme tekniği) ile incelendi. Sonuçları "Neuroscience Letters" adlı dergide yayınlanacak olan araştırmada, bazı bilim adamlarınca 10 yıl kadar önce dile getirilen ve beynin ön tarafında dini inanışı yöneten "Tanrı noktası" adlı bir bölgenin bulunduğu teorisinin sorgulanması amaçlandı.
Tüm beyinde hareket
Dr. Beauregard ve ekibi tarafından yürütülen araştırma, dini ibadete odaklanma sırasında, beynin faaliyetinin sadece "ön lob" ile sınırlı kalmadığını ortaya çıkardı. Araştırmasının sonuçlarını yorumlayan Dr. Beauregard, "Beyinde tek başına bir ’Tanrı noktası’ bulunmuyor. Bu tip faaliyet sırasında, duygulanma, benlik bilinci veya vücudu boşlukta betimleme gibi değişik fonksiyonlarla birlikte tüm beyin çapında karmaşık bir hareket söz konusu" diye konuştu.
Deneyler sırasında, rahibelerin "Tanrı ile birlikte bir mutluluk ve barış duygusu" hissettiklerini söylediğini belirten Beauregard, bu sırada özellikle beynin heyecan kısmı olan "limbik sistem" bölgesinde bir hareketlenme tespit ettiklerini kaydetti.
Dalgalarda Yavaşlama
İncelemeleri sırasında ayrıca vücudun betimlenmesine bağlı bir bölge olan yan kortekste de değişiklik belirlediklerini anlatan Beauregard, din adamlarının meditasyon sırasında vücutlarını daha az hissettiklerini söylemelerinden ötürü beynin bu bölümünün önemli olduğunu belirtti.
Kanadalı bilim adamı buna karşın, bu faaliyet sırasında beyin dalgaları seviyesinde bir yavaşlama tespit ettiklerini belirterek, "Beyin dalgalarını isteğe bağlı olarak yavaşlatmak olanak dışı. Bu durum bize dini meditasyon sırasında elektrik seviyesinde beynin çalışmasında bir değişiklik olduğunu gösteriyor" dedi.
Beyin,inmeden sonra yeni sinir hücresi üretiyor
Uzun yıllar, yetişkinlerde yeni beyin hücrelerinin üretilmediğini düşünen, ancak üretimin sürdüğünü tespit eden bilim adamları, son olarak bir inmeden sonra dahi beyinde yeni sinir hücrelerinin oluştuğunu keşfetti. ABD’nin California Eyaleti’nin Novata kentindeki Buck Yaşlılık Araştırmaları Enstitüsü bilim adamları, insan beyninin inmeden sonra yeni sinir hücreleri ürettiğini tespit etti. David Greenberg başkanlığındaki ekibin, Proceedings Dergisi’nde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, insan beyni, beyin kanaması gibi özel durumlardan sonra, sanki oluşan hasarı gidermek istercesine yeni sinir hücresi üretiyor. Araştırma ekibi, inme sonucu hayatını kaybeden hastaların beyinlerinde yaptığı incelemede, yeni oluşmuş sinir hücreleri buldu. Ekip, yeni sinir hücrelerinin özellikle kan damarları yakınında oluştuğunu, bunun da hücre çoğalmasına katkı sağladığını bildirdi. Araştırma sonuçlarının, insan beyninde hasar gören bölümlerin tedavi yöntemlerine yardımcı olabileceği belirtiliyor. (03.09.2006- Hürriyet)
Beyne meta bilim açısından bakış
Holistik yani bütüncül bir bakış açısından bu araştırmayı ele alırsak; Dr. Beauregard, beyinde tek başına bir ’Tanrı noktası’ bulunmuyor derken çok haklı çünkü bu tip faaliyet sırasında, duygulanma, benlik bilinci veya vücudu boşlukta betimleme gibi değişik fonksiyonlarla birlikte tüm beyin çapında daha karmaşık gibi gözüken ama daha bütüncül bir hareketlenme söz konusu.
Beyinde tek bir nokta aramak modası geçmiş kartezyen görüşü savunmak olurdu ki, bedene ve insana holistik bir anlayışla yaklaşım günümüz bilim adamları bu anlayışı yenilemek için Dr. Beauregard ‘ınki gibi araştırmalar yapıyorlar.Özellikle metafizikle yeni fizik arasındaki köprüyü ortaya çıkarmak için yıllardır araştırma yapan iki ünlü bilim adamının beyinle ilgili araştırmalarına kısaca bir göz gezdirmek bu konuda farklı düşünmek için çok yararlı olabilir.
Stanford üniversitesi beyin cerrahı Karl Pribram ve fizikçi David Bohm (Kuantum teorisyeni) insan beyninin holografik bir evrende, bir hologram gibi çalıştığını bilirdiler. Hologram; cisim tarafından dağılan ışık dalgasının, eş titreşimde tepeler ve yarıklardan oluşan anlamsız, bulanık bir girişim deseni olarak bir plaka üstüne kaydedildiği merceksiz bir fotografik bir işlemdir. Bu fotografik kayıt lazer gibi birleşik (aynı frekans ve aynı faza sahip iki veya daha fazla dalgadan oluşan) bir ışık altına yerleştirildiğinde üç boyutlu imgeler ortaya çıkar. Hologramın herhangi bir parçası imgenin tamamını yeniden kurar.
Bu buluş metafizik ile fiziği birleştirme noktasına getirmiştir. Eşyanın olayların, zaman ve mekanın farklı ve ayrı anlaşılan oluşum gerçeğinin altında tüm şeylerin ve olayların mekansız, zamansız ve bölünmemiş olduğu tezahür etmemiş, örtülü bir titreşimsel -frekans düzeni vardır. Bizlerdeki hologram yani bütüncül, bütüne ait enerji zamansız ve mekansızdır. Doğa üstü, doğanın bir parçasıdır. Tüm doğa ötesi fenomenler fizikteki nükleer fenomen gibi sadece o anda başka boyutları okuduğumuz anlamına gelmektedir. Telepati önceden bilebilme şifa gibi olaylar zaman ve mekanı aşan boyutta oluşmaktadır. Enerjinin buradan oraya gitmesine hiç gerek yoktur; zaten orası diye bir şey yoktur.
Bohm, algıladığımız dünyayı vitrin olarak adlandırır. “Tüm şuurumuz; geçmiş bilgimiz ile şu anki algısal verilerin kaynaştığı bir vitrindir demektedir. Fakat egomuzun altında evrensel, mekansız ve zamansız hafıza yaşamaktadır. Bunu hipnotik translarda devamlı görmekteyiz zamanın rölatif ve göreceli olduğu trans altındaki bireyde farklı algılandığını net bir biçimde kanıtlayabiliriz.” diyor.
Her birimiz holografik evrene doğar ve ilk ayları yaşamın tümü ile uyumlu bir birliktelikle geçiririz. Hologramın o parçası henüz kendinin farkında değildir. Bu hologramı taşıyan insanda kendi farkında değildir. Farkındalık gelişir ve hologramdan çıkmış oluruz. Beyin yapısındaki delta, teta, alfa, beta dalgalarında deneyimlediğimiz bilinç durumları ve bu durumlara denk gelen algılamalar arasındaki benzerlikler çok ilginçtir.Bu nedenle de Dr. Beauregard ‘ın "Beyin dalgalarını isteğe bağlı olarak yavaşlatmak olanak dışı” sözü bu bakış açısı içinde pek haklı sayılmaz. Bir süje rölaksasyon-gevşeme yöntemleri ve araştırmayı yapan Dr. Beauregard ve arkadaşlarının da tespit ettiği gibi yoğun bir meditasyon sırasında beyni alfa dalgalarından teta dalgalarına getirinceye kadar değişiklik yapabilir.
BEYİN DALGALARININ EEG ÖLÇÜMLERİ
Beta Dalgaları - Uyanık Durumu
13 Hz' den 30 Hz' e kadar
Alfa Dalgaları - Rahatlama Durumu
8 Hz' den 12 Hz' e kadar
Teta Dalgaları - Meditasyon, Rüya Durumu
4 Hz' den 7 Hz' e kadar
Delta Dalgaları - Derin Uyku Durumu
1 Hz' den 3 Hz' e kadar
Bu ünlü iki bilim adamı, beynin Teta dalgaları yayma halini C.G.jung un kolektif bilinçaltı diye adlandırdığı kavramla da özdeşleştiriyorlar ve bu noktada yaşamın ve hologramın arşetepik niteliklerini deneyimlediğimizi söylüyorlar. Yeni bilimsel araştırmalar inanç alanında hiç zorlanmadan bazı metafizik gerçeklerle-fizik arasında bağlantı kurmamıza olanak sağlayacak gibi görünüyor.
ZİHİN KONTROLÜ MÜMKÜN MÜ ?
İnsanları kontrol etmenin verdiği haris tamahın iç gıcıklayıcı baskısı, eh bir de konunun "esrarengiz" yapısı "zihin kontrolünü" müthiş çekici yapmakta.
Neler yok ki bu dosyada. Tek kelimeyle tetik çekenler, hayvanları silaha dönüştürenler, ezoterik bilgiler, gizli servisler ve daha neler neler!
Günümüzdeki alt kolları birer ahtapot gibi yerküreyi saran "psikolojik" operasyonlar için, çok ama çok eski dipnotları var. Hasan Sabbah'ın Haşhaşi Tarikatı'nda, müritlerin, haşhaş etkisiyle intihar ve suikastları kolayca yapmaları gibi. Size ne ifade eder bilemeyiz, ama "cennete" inandırılan Haşhaşinler, mutlulukla ölüme/öldürmeye koşuyorlardı. Bu tarihsel olayın etkileri öyle derin oldu ki, günümüzde suikast anlamına gelen İngilizce "assassination" kelimesi bile "haşhaşin"den türetildi.
Amerika'nın boynuzları "ustasını" geçse de, gerçekte kötülüğün kaynağı bir zamanların "Şeytan İmparatorluğu"na gidiyor... Soğuk savaşın "Demir perde" arkasında kalan laboratuarlarında, "pis savaşlar"ın akla ziyan "zihin savaşları"na giden yolu açan etikette yazılı dört harf var. SSCB... Yani, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği!
Günümüzde bazı çok basit sorular sorulabilir. "İnsan zihni nasıl kontrol edilebilir?" gibi, "Peki ama ne için?" gibi. Bilinen o ki, masum bilimsel meraklar, kısa sürede tehlikeli fantezilere yol açabiliyor. "Askeri, politik ve istihbarat alanlarında "zihin kontrolü" yapılması örneklenebilir. Niyet masumdu başlangıçta. Zihin kontrolü ile hastalıklar tedavi edilebilirdi. Ancak "soğuk savaş" ve devamındaki yıllarda masumiyet yitirildi. Sonuç dramatik.
Konu zihin olunca, psikoloji ve psikiyatri ivme vermiş. Hemen ardından parapsikoloji, dinsel motifli uygulamalar, medyumluk, duru görü, 6. his, 7. his, 8. his (17'ye kadar gidiyor ), uyuşturucular, vücuda elektronik implantlar takılması, enerjinin tahrip amacıyla hedeflere yöneltilmesi, radyasyon, duyu azaltılması, hipnoz, propaganda teknikleri, beyin yıkama vb. kavramlar virüs gibi yayılmış gizli merkezlerde. Alt başlıklar böyle olunca, derinliği ve çapı bilinmeyen bir alana milyonlarca dolar, yüzlerce proje ayrılmasının sonuçları pek iyi olmamış. Bugün hangi tehlikeyle karşı karşıya insanlık?" derseniz eğer...
Beatiful Mind!..
İlk bilgilerin izi 20. yüzyılın ilk çeyreğine, SSCB'de, Prof. Vassiliyev'in l930'larda yaptığı araştırmalara kadar sürülebiliyor. Onun ulaştığı bilgiler, "Zihin Telkini Tecrübeleri" adı altında l962 yılında yayınlandı. Vassiliyev, çalışmalarını, telepati yoluyla düşüncelerin beyinler arasındaki nakline yöneltmişti. Vassiliyev, ruhen hasta olan İvanovna ve Fedorova isminde iki denek üzerinde çalışmaya başlar. Deneklere beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonlarını ölçecek aletler bağlayıp, telkinle hipnoza sokar. Önceleri ayrı ayrı odalarda, sonra da uzak mesafelerde transa giren deneklerin düşünce yoluyla birbirlerine gönderdikleri mesajlar kaydedilir.
İki kadının kurşun levhalardan bile geçen telepatik zihin dalgalarını izleyen Vassilyev, ruhi olayları mekanik görüşe bağlayamayınca endişelenir. Çünkü tanrıyı reddeden rejim açısından geçerli bir açıklama yapma olanağı yoktur. Önceleri deneklerin trans halini şartlı refleks olarak değerlendiren Vassiliyev, değişik insanlarla deneyi tekrarlar. Sonuç aynıdır. Tüm deneklerde önce şuur kaybı olur, sonra transa girerler. Denekler arasındaki uzaklığı 1.500 kilometreye kadar çıkaran Vassiliyev, neticenin değişmediğini görür. Telepatik iletişim sürmektedir.
Vassilyev uyuşturucu ilaçlarla da deney yapar. Meskalin verdiği bir kızdan, sekiz kutunun içine yerleştirdiği pamuklara sarılı cisimleri tanımlamasını ister. Denek, üzerinde Moskova Merkez Postanesi'nin bulunduğu resimli pulu; "Bu koca taştan binayı kutu içine nasıl soktunuz" olarak tanımlar.
Sovyetler işe koyuluyor!
SSCB'de, 1970 başlarında 20'den fazla laboratuar kurulur. Sovyet Bilimler Akademisi sayısız deney gerçekleştirir. Parapsikolog Naumov'un o tarihlerdeki açıklamaları, masum bir bilim adamının görüşlerini yansıtıyor gibidir;
"Biz, insanda şuur dışı gerçekleşen bir haberleşme sistemini bulmak üzereyiz. Bir insan, normal şuuru dışında başka bir insanı etkileyebilir mi? Bu telesomatik akımların yayılmasına neden olan şartlar neler? Bu telesomatik akımlar belirsiz bir boyutun bilinmezliği içindedir. İşte bu bilinmeyen enerji üzerinde yapılacak çalışmalar beşeri münasebetleri mükemmel bir ahenk içine sokabilir."
Bu iyi niyetli açıklamalar, gün gelecek dünyanın en güçlü ülkeleri arasında keskin rekabet yaratacak; milyonlarca dolarlık bütçeleri tüketecek, gizli belgelerin sayısı milyonları, gizli operasyonların sayısı da yüzleri aşacaktır. Asıl trajik ve korkutucu olan ise bu "bilim dalında" ortaya çıkacak buluşlar ve dehşetengiz uygulamalar olacaktır bundan böyle. Bir zamanlar "çiçeği burnunda" bir bilim dalı olarak kabul gören parapsikoloji artık askeri ve istihbari alanda kullanılmaya başlayacaktır. Zihnin okunması ve kontrolü çağı başlamıştır artık...
Hijyenik fikirler: Beyin yıkama...
Haber alma örgütleri tarafından uygulanan beyin yıkama yöntemleri, bir çeşit "zorunlu hipnotik trans. CIA tarafından yayınlanan gizli bir raporda, soğuk savaş döneminde KGB'nin beyin yıkama ve insan eğitme yöntemleri incelenmiş. Yani insanlardaki savunma sistemi nasıl yıkılır, yeni model insan nasıl yaratılır.
Beyin yıkama yöntemleri, SSCB'de rejim muhaliflerine uygulandığı gibi, rejimle tam bir uyum içerisinde, birer robot gibi çalışabilmeleri için gönüllülere de uygulanmış. Böylece, rejimin istediği insan tipini yaratmak; insanları, gerektiğinde bir terörist, bir sabotajcı gibi eğitmek amaçlanmış.
CIA eski başkanlarından Richard Helms; Watergate soruşturmasında Warren Komisyonu'na şu açıklamayı yapıyordu; "Yapılan araştırma göstermiştir ki, SSCB kendi sisteminin isteklerine uygun politik görüşe bağlı olacak, halkının davranışlarını düzenleyebilecek bir kontrol teknolojisi geliştirmeye çalışmaktadır. Bundan böyle aynı teknoloji, bilgiler kodlanarak insan hedeflerine yöneltilebilecektir. Ve bu, insan zihinleri harbi olacaktır."
CIA raporlarında, ABD'deki yeni tip bir casusluk şebekesinden de söz edilir. Buna göre; hipnoz, telapati, düşünce okuma ve düşünce nakli gibi özel yeteneklere sahip ajanlar, Amerikan halkının şuuraltını etkileyerek, düşüncelerini KGB'nin programı çerçevesinde değiştirmeye çalışıyor. Ajanlar, çeşitli dini ve mistik topluluklara nüfuz ederek, bunları, konsantrasyon ve imajinasyon çalışmaları ile etkilemek istiyorlar.
Aynı raporlarda; Sibirya'da, beton sığınaklar içinde oluşturulan nükleer infilak etkisinin, bir grup yetenekli psjiko-süje tarafından, istenilen hedeflere zihinsel olarak nakledildiğinden söz ediliyor. Raporda, Sovyetler'in laboratuvarda ürettikleri bakteri türlerini kullanarak, psişik süje yardımı ile ve zihin yoluyla çok uzaklarda hastalık çıkarabildikleri anlatılıyor. İnanılmaz gibi, ama bu işlemler için askeri hedefin fotoğrafını kullanmak yeterli olmakta. Öyle ki, 1963 yılında kaybolan ABD Nükleer Denizaltısı Tehresher'in, bu yolla batırıldığı dahi söyleniyor.
Demirperde ülkelerinden Bugaristan, daha 1960Prof. Dr. Lozanov başkanlığında oluşturduğu "Telkinbilim ve Parapsikoloji" kurumunda; zihin kontrolü, zihinsel şifa, retina ötesi görme, süratli öğrenme (saggestoloji ) çalışmaları başlatır. Çekoslavakya'da ise, psikotronik adı altında yapılan bilimsel çalışmalar; telepati, telegnosis ve psikoknesis üzerinde yoğunlaşır. Çekler işi o kadar ciddi tutarlar ki, Çek Bilimler Akademisi çalışmaları destekler, Charles Üniversitesi Nörofizyoloji Bölümü deneylere yardımcı olur. Günümüzde bu tür kurumların en ünlüsü, ABD'de, direkt Beyaz Saray'a hizmet veren "Zihin Araştırmaları Merkezi"dir.
Ezoterik bilgilerden parapsikolojiye
Tibet Budizmi, Zen Budizmi, Sufizm ve Yoga gibi öğretilerin içerikleri, Batı da tam anlamıyla bilinmiyor. Bugün, zihnimizin normal çalışmasının dışında, sezgiye dayanan bilince sahip olduğumuz kabul ediliyor ve insanın akıl ile sezgiye dayanan kabiliyetleri arasındaki fark inceleniyor. Dini ve mistik batıni sistemlerdeki meditasyon ve vecd ise batıda yeterince bilinmiyor.
Bugün modern bilimin ortaya koyduğu madde ve enerji kanunları, medeniyetimizi oluşturuyor. Ancak bu kanunlar yalnızca maddeye ilişkin ve canlıların duyumlar dışı yeteneklerine cevap bulamıyor. Bu nedenle, bir grup bilim insanı metafizik ve mistik öğretilerden yola çıkarak, dünya yaşantısının bir hayalden ibaret, bir rüya hali olduğundan yola çıkarak sezgileri inceliyor.
Yeni bir bilim dalı olarak kabul edilen ve giderek gelişen Parapsikoloji, eskinin batıni öğretileri ve bilgilerini, modern-teknolojik cihaz ve vasıtalarla inceliyor. Londra Üniversitesi King's College Matematik Profesörü John G. Taylor, The Shape of Minds to Come (Zihnin Gelecekteki Şekli ) adlı kitabında şöyle diyor;
"Zihin ihtilalinin yarı yolunda bulunduğumuz anlaşılıyor. Daha parlak gelişmeler olacak. Zihnin yeni anlayışı; insanın hislerini, hareket tarzlarını yahut zekasını kontrolde güçlü metotlar meydana getirdi. Biz şimdi birçok zihin halini, hemen hemen bütünüyle, fiziki vasıtalarla kontrol edebiliyoruz."
Parapsikoloji terimi ilk kez 1880 yıllarında Dessouir tarafından kullanılmış. Normal yaşantımızda karşılaştığımız, ancak mevcut müspet bilgilerimizle açıklanamayan ruhi olayları tanımlayan bir terim. Parapsikoloji bugün; beş duyumuzun dışında, bazı olayları sezebilmek, etkileyebilmek ve geleceğe, geçmişe ait bazı şeyleri anlamaya yardımcı olan bir bilim dalı haline gelmiş bulunuyor.
Parapsikoloji'nin, ABD ve dünyada yayılmasındaki en etkin isimlerden birisi olan Dr. J.B.; bir insanın duyumlarını kullanmadan, dış dünyadan ve diğer insanların zihinlerinden bilgiler alabileceğine inanıyordu. Yani "Duyumlar Dışı Algılama".
CIA devreye giriyor
New York Times Gazetesi'nin l6 Temmuz l977 tarihli sayısında şöyle bir haber yayınlandı; "ABD, insanlığı esir edebilecek görünmez silahlar geliştiriyor." Bir yıl sonra, Arizonalı gazeteci Walter Boward, "Operation Mind Control" (Zihin Kontrol Harekatı ) adıyla yayınladığı kitabında ciddi suçlamalarda bulunuyordu;
"CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler, ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik mikrodalgalar ve alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi, davranış değişiklikleri terapisidir.
CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başarmıştır. Bu yöntemlerle, yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu savaşın görünmez muharebe sahası insan zihnidir. Parapsikoloji silahları devletler vatandaşlarını kendi ideolojik ve politik sistemleri içinde tutmak için veya diğer ülke insanlarının zihinlerini etkileyerek değiştirmek ve kendi gayelerine uygun yönlendirmek amacıyla kullanacaklardır."
En hayret edilecek konunun, milli güvenlik etiketi altında zihin kontrolünün araştırılması olduğunu vurgulayan Boward, kitabında zihin kontrolü için uygulanan "MKUTRA Projesi"ne de değiniyor;
"Senato istihbarat komitesine; Amiral Turner, 'CIA uyuşturucu ilaç deneylerini durdurdu' demiştir. Sorulmadı ve kendisi de zihin kontrol projelerinden bahsetmedi. Amiral Turner, zihin kontrol harekatının durdurulduğunu söylemedi, yalnızca deneyler durduruldu" dedi.
Günümüzde insanların zihnine çeşitli araçlarla (gazete, kitap, radyo, internet ve televizyon ) ulaşma imkanı sınırsız ve kontrolsüz bir halde. İnsan denilen biyolojik varlık, çok kolay programlanabilmekte. Okült (batıni, gizli ) bir bilgi olan tekno-maji'nin (teknik büyü ) sırları da son 300 yıl içinde insanlar tarafından çözülmüş durumda. Bu bilgi yığını korkunç silahları da beraberinde getirdi.
Teknokrat, bilim adamı ve askerlerden oluşan bir grup, bu güçlerin kontrolünü şimdi elinde bulundurmakta. Son 25 yıl, parapsikoloji ve psikotronik gibi adlar altında psikomaji'nin (ruhsal büyü ) uygulama alanına konulduğu yıllar oldu. Hedef insan zihinlerini kontroldür. Geleceğin insanının-hatta günümüzün-kaderini; psikologlar, psikiyatristler, nörologlar, nörobiyologlar, biyokimyacılar, kuantum fizikçileri çiziyor."
Blue Bird!
CİA; Sovyet, Çin ve Kuzey Kore'nin zihin üzerindeki çalışmalarına karşı ilk programı 1950'de "Blue Bird" (Mavi Kuş ) adıyla hayata geçirdi. Sonraki her gelişme Mavi Kuş'un kanatları altında serpildi. Bugün ilgilenenlerin elinde, CIA'in 1953'te Güvenlik Bürosu, 1962'ye değin Teknik Servisler Kadrosu eliyle yürüttüğü kirli projelere ilişkin 215 bin sayfa doküman var. Ancak bunların tamamı, işin finansal yönüne ilişkin ipuçlarından ibaret. Öze ilişkin kayıtların miktar ve içeriği bilinmiyor, nedeni bu döneme ait tüm belgelerin imha edilmiş olması. Yine de işin içinde yalnızca CİA'nin değil; ABD Savunma Bakanlığı, askeri kurumlar, Avrupa'daki bir çok bilimsel kuruluş ve özel laboratuvarların da bulunduğu anlaşılıyor bu dokümanlardan.
CIA'in başlangıç çalışmaları parlak sonuçlar verdi. İnsan davranışlarını ve dengesini kimyasal yöntemlerle zayıflatmayı amaçlayan bir ekip, "Scopaline, Barbiturates, Peyote, Mariyuhana ve Mescaline" türü maddeleri kullanarak "gerçek serumu" üretmeyi planladılar. Ekip bununla da kalmayıp, "Beyinlerarası Radyo-Hipnotik Kontrol" projesinin ilk adımlarını da attı. İnsanların içine, onları kontrol edecek küçük alıcıların yerleştirilmesi idi projenin görünmez yüzü. Ve zamanla insanların kobay olarak kullanıldığı projelerin efsaneye dönüşecek isimleri ardı ardına belirginleşmeye başladı; MKULTRA, MKSEARCH, MKACTION ve ARTICHOKE.
MKULTRA...
Sayılan projelerden MKULTRA'nın ne olduğunu bilmek, bu konuda neden korku duyulması gerektiğini yeteri kadar açıklıyor. MKULTRA'da yalnızca uyuşturucular üzerinde çalışılmıyor. Duyumda azaltma, dini cemaatler, mikrodalga deneyleri, psikolojik şartlanma, psiko-cerrahi, beyin nakli gibi pek çok araştırma yapılıyor proje kapsamında.
MKULTRA'da tamamı gizli bütçelerden finanse edilen 180'in üzerinde alt proje bulunuyor. Ana proje çatısı altında kimyasal, biyolojik ve radyolojik maddelerin insan hareketlerini kontrol etme amaçlı ve gizli operasyonlarda kullanılmasına yönelik bir seri araştırma yapılıyor. Kâğıt üzerinde 1964'te sona eren projenin 1970'lere kadar sürdürüldüğü biliniyor. Tüm belgelerin 1973'te yok edilmesi nedeniyle projenin tamamı soruşturma ve kovuşturmalardan sıyrılmayı başardı.
"Duyu Ötesi Algılama"; insanın gelecek, geçmiş veya şimdiki zaman hakkında, bilinen beş duyuyu "kullanmaksızın" bilgi edinebilmesine deniyor. Yani "6.his"ten başlayarak! 1970'lere kadar parapsikolojik bir altyapı mevcutsa da, bu tarihten sonra "psişik" çalışmalar çok daha kalibreli, geniş ve tehlikeli bir boyuta tırmanıyor.
Örneğin, ölülerden istihbarat temini için medyumlardan faydalanıldığı, bunlara bütçe ayrıldığı biliniyor. Bunlar ABD'de olanlar. Ya Sovyetler?
1975 yılına gelindiğinde, Sovyetlerin bu alandaki faaliyetlerinin gideri 300 milyon Ruble'yi aşmıştı. Bu rakam tek başına işin ciddiyetini gösteriyordu. Ancak ABD için buradaki problem farklıydı. CIA istihbarat alamıyordu ve kongreyi bu alana yatırım yapmaya ikna edebilecek delillerden yoksundu. Yine de konuyu NSA'ye taşıyarak gerekli desteği aldı.
1971'de "duru görü" üzerine çalışmalara başlandı. Bio-insanın klasik 5 fiziksel duyusunun dışındaki bilgiyi organize edebilmek için ek algılayıcılara sahip olup olmadığı araştırılıyordu ve bu başarıldı. Uzmanlara göre, insanın tam 17 tane farklı duyusu vardı ve projeler, deneyler ardı ardına hayata geçiriliyordu.
Bugün için söylenecek çok fazla şey yok ne yazık ki. Yöntem ve pratiğin daha sarsıcı hale gelmesinin, ya da uygulama alanının daha tehlikeli çapa erişmesinin kaygıları artırmaktan başka bir önemi yok. Çünkü ilkel haliyle de olsa, bir grubu ya da bir ülkedeki tüm insanları topyekûn etkileyebilecek de olsa "zihin kontrolü" lanetli bir iş. "Uluslararası Af Örgütü" de tam olarak bunu söylüyor zaten:
"Bireyin kendi zihin kontrolünü sağlama yetisine zarar verilmesini, düşünce kontrolü ve beyin yıkama bahsinde yer alan bir ahlaki suç olarak ele alıyoruz. Zira bir insanın zihni yetilerini bozmayı ya da yok etmeyi hedefleyen herhangi bir sorgulama ve uygulama prosedürü, yaygın olarak kabul edilen fiziksel işkence sınıflandırmaları kadar insanlık dışıdır."
Neler yok ki bu dosyada. Tek kelimeyle tetik çekenler, hayvanları silaha dönüştürenler, ezoterik bilgiler, gizli servisler ve daha neler neler!
Günümüzdeki alt kolları birer ahtapot gibi yerküreyi saran "psikolojik" operasyonlar için, çok ama çok eski dipnotları var. Hasan Sabbah'ın Haşhaşi Tarikatı'nda, müritlerin, haşhaş etkisiyle intihar ve suikastları kolayca yapmaları gibi. Size ne ifade eder bilemeyiz, ama "cennete" inandırılan Haşhaşinler, mutlulukla ölüme/öldürmeye koşuyorlardı. Bu tarihsel olayın etkileri öyle derin oldu ki, günümüzde suikast anlamına gelen İngilizce "assassination" kelimesi bile "haşhaşin"den türetildi.
Amerika'nın boynuzları "ustasını" geçse de, gerçekte kötülüğün kaynağı bir zamanların "Şeytan İmparatorluğu"na gidiyor... Soğuk savaşın "Demir perde" arkasında kalan laboratuarlarında, "pis savaşlar"ın akla ziyan "zihin savaşları"na giden yolu açan etikette yazılı dört harf var. SSCB... Yani, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği!
Günümüzde bazı çok basit sorular sorulabilir. "İnsan zihni nasıl kontrol edilebilir?" gibi, "Peki ama ne için?" gibi. Bilinen o ki, masum bilimsel meraklar, kısa sürede tehlikeli fantezilere yol açabiliyor. "Askeri, politik ve istihbarat alanlarında "zihin kontrolü" yapılması örneklenebilir. Niyet masumdu başlangıçta. Zihin kontrolü ile hastalıklar tedavi edilebilirdi. Ancak "soğuk savaş" ve devamındaki yıllarda masumiyet yitirildi. Sonuç dramatik.
Konu zihin olunca, psikoloji ve psikiyatri ivme vermiş. Hemen ardından parapsikoloji, dinsel motifli uygulamalar, medyumluk, duru görü, 6. his, 7. his, 8. his (17'ye kadar gidiyor ), uyuşturucular, vücuda elektronik implantlar takılması, enerjinin tahrip amacıyla hedeflere yöneltilmesi, radyasyon, duyu azaltılması, hipnoz, propaganda teknikleri, beyin yıkama vb. kavramlar virüs gibi yayılmış gizli merkezlerde. Alt başlıklar böyle olunca, derinliği ve çapı bilinmeyen bir alana milyonlarca dolar, yüzlerce proje ayrılmasının sonuçları pek iyi olmamış. Bugün hangi tehlikeyle karşı karşıya insanlık?" derseniz eğer...
Beatiful Mind!..
İlk bilgilerin izi 20. yüzyılın ilk çeyreğine, SSCB'de, Prof. Vassiliyev'in l930'larda yaptığı araştırmalara kadar sürülebiliyor. Onun ulaştığı bilgiler, "Zihin Telkini Tecrübeleri" adı altında l962 yılında yayınlandı. Vassiliyev, çalışmalarını, telepati yoluyla düşüncelerin beyinler arasındaki nakline yöneltmişti. Vassiliyev, ruhen hasta olan İvanovna ve Fedorova isminde iki denek üzerinde çalışmaya başlar. Deneklere beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonlarını ölçecek aletler bağlayıp, telkinle hipnoza sokar. Önceleri ayrı ayrı odalarda, sonra da uzak mesafelerde transa giren deneklerin düşünce yoluyla birbirlerine gönderdikleri mesajlar kaydedilir.
İki kadının kurşun levhalardan bile geçen telepatik zihin dalgalarını izleyen Vassilyev, ruhi olayları mekanik görüşe bağlayamayınca endişelenir. Çünkü tanrıyı reddeden rejim açısından geçerli bir açıklama yapma olanağı yoktur. Önceleri deneklerin trans halini şartlı refleks olarak değerlendiren Vassiliyev, değişik insanlarla deneyi tekrarlar. Sonuç aynıdır. Tüm deneklerde önce şuur kaybı olur, sonra transa girerler. Denekler arasındaki uzaklığı 1.500 kilometreye kadar çıkaran Vassiliyev, neticenin değişmediğini görür. Telepatik iletişim sürmektedir.
Vassilyev uyuşturucu ilaçlarla da deney yapar. Meskalin verdiği bir kızdan, sekiz kutunun içine yerleştirdiği pamuklara sarılı cisimleri tanımlamasını ister. Denek, üzerinde Moskova Merkez Postanesi'nin bulunduğu resimli pulu; "Bu koca taştan binayı kutu içine nasıl soktunuz" olarak tanımlar.
Sovyetler işe koyuluyor!
SSCB'de, 1970 başlarında 20'den fazla laboratuar kurulur. Sovyet Bilimler Akademisi sayısız deney gerçekleştirir. Parapsikolog Naumov'un o tarihlerdeki açıklamaları, masum bir bilim adamının görüşlerini yansıtıyor gibidir;
"Biz, insanda şuur dışı gerçekleşen bir haberleşme sistemini bulmak üzereyiz. Bir insan, normal şuuru dışında başka bir insanı etkileyebilir mi? Bu telesomatik akımların yayılmasına neden olan şartlar neler? Bu telesomatik akımlar belirsiz bir boyutun bilinmezliği içindedir. İşte bu bilinmeyen enerji üzerinde yapılacak çalışmalar beşeri münasebetleri mükemmel bir ahenk içine sokabilir."
Bu iyi niyetli açıklamalar, gün gelecek dünyanın en güçlü ülkeleri arasında keskin rekabet yaratacak; milyonlarca dolarlık bütçeleri tüketecek, gizli belgelerin sayısı milyonları, gizli operasyonların sayısı da yüzleri aşacaktır. Asıl trajik ve korkutucu olan ise bu "bilim dalında" ortaya çıkacak buluşlar ve dehşetengiz uygulamalar olacaktır bundan böyle. Bir zamanlar "çiçeği burnunda" bir bilim dalı olarak kabul gören parapsikoloji artık askeri ve istihbari alanda kullanılmaya başlayacaktır. Zihnin okunması ve kontrolü çağı başlamıştır artık...
Hijyenik fikirler: Beyin yıkama...
Haber alma örgütleri tarafından uygulanan beyin yıkama yöntemleri, bir çeşit "zorunlu hipnotik trans. CIA tarafından yayınlanan gizli bir raporda, soğuk savaş döneminde KGB'nin beyin yıkama ve insan eğitme yöntemleri incelenmiş. Yani insanlardaki savunma sistemi nasıl yıkılır, yeni model insan nasıl yaratılır.
Beyin yıkama yöntemleri, SSCB'de rejim muhaliflerine uygulandığı gibi, rejimle tam bir uyum içerisinde, birer robot gibi çalışabilmeleri için gönüllülere de uygulanmış. Böylece, rejimin istediği insan tipini yaratmak; insanları, gerektiğinde bir terörist, bir sabotajcı gibi eğitmek amaçlanmış.
CIA eski başkanlarından Richard Helms; Watergate soruşturmasında Warren Komisyonu'na şu açıklamayı yapıyordu; "Yapılan araştırma göstermiştir ki, SSCB kendi sisteminin isteklerine uygun politik görüşe bağlı olacak, halkının davranışlarını düzenleyebilecek bir kontrol teknolojisi geliştirmeye çalışmaktadır. Bundan böyle aynı teknoloji, bilgiler kodlanarak insan hedeflerine yöneltilebilecektir. Ve bu, insan zihinleri harbi olacaktır."
CIA raporlarında, ABD'deki yeni tip bir casusluk şebekesinden de söz edilir. Buna göre; hipnoz, telapati, düşünce okuma ve düşünce nakli gibi özel yeteneklere sahip ajanlar, Amerikan halkının şuuraltını etkileyerek, düşüncelerini KGB'nin programı çerçevesinde değiştirmeye çalışıyor. Ajanlar, çeşitli dini ve mistik topluluklara nüfuz ederek, bunları, konsantrasyon ve imajinasyon çalışmaları ile etkilemek istiyorlar.
Aynı raporlarda; Sibirya'da, beton sığınaklar içinde oluşturulan nükleer infilak etkisinin, bir grup yetenekli psjiko-süje tarafından, istenilen hedeflere zihinsel olarak nakledildiğinden söz ediliyor. Raporda, Sovyetler'in laboratuvarda ürettikleri bakteri türlerini kullanarak, psişik süje yardımı ile ve zihin yoluyla çok uzaklarda hastalık çıkarabildikleri anlatılıyor. İnanılmaz gibi, ama bu işlemler için askeri hedefin fotoğrafını kullanmak yeterli olmakta. Öyle ki, 1963 yılında kaybolan ABD Nükleer Denizaltısı Tehresher'in, bu yolla batırıldığı dahi söyleniyor.
Demirperde ülkelerinden Bugaristan, daha 1960Prof. Dr. Lozanov başkanlığında oluşturduğu "Telkinbilim ve Parapsikoloji" kurumunda; zihin kontrolü, zihinsel şifa, retina ötesi görme, süratli öğrenme (saggestoloji ) çalışmaları başlatır. Çekoslavakya'da ise, psikotronik adı altında yapılan bilimsel çalışmalar; telepati, telegnosis ve psikoknesis üzerinde yoğunlaşır. Çekler işi o kadar ciddi tutarlar ki, Çek Bilimler Akademisi çalışmaları destekler, Charles Üniversitesi Nörofizyoloji Bölümü deneylere yardımcı olur. Günümüzde bu tür kurumların en ünlüsü, ABD'de, direkt Beyaz Saray'a hizmet veren "Zihin Araştırmaları Merkezi"dir.
Ezoterik bilgilerden parapsikolojiye
Tibet Budizmi, Zen Budizmi, Sufizm ve Yoga gibi öğretilerin içerikleri, Batı da tam anlamıyla bilinmiyor. Bugün, zihnimizin normal çalışmasının dışında, sezgiye dayanan bilince sahip olduğumuz kabul ediliyor ve insanın akıl ile sezgiye dayanan kabiliyetleri arasındaki fark inceleniyor. Dini ve mistik batıni sistemlerdeki meditasyon ve vecd ise batıda yeterince bilinmiyor.
Bugün modern bilimin ortaya koyduğu madde ve enerji kanunları, medeniyetimizi oluşturuyor. Ancak bu kanunlar yalnızca maddeye ilişkin ve canlıların duyumlar dışı yeteneklerine cevap bulamıyor. Bu nedenle, bir grup bilim insanı metafizik ve mistik öğretilerden yola çıkarak, dünya yaşantısının bir hayalden ibaret, bir rüya hali olduğundan yola çıkarak sezgileri inceliyor.
Yeni bir bilim dalı olarak kabul edilen ve giderek gelişen Parapsikoloji, eskinin batıni öğretileri ve bilgilerini, modern-teknolojik cihaz ve vasıtalarla inceliyor. Londra Üniversitesi King's College Matematik Profesörü John G. Taylor, The Shape of Minds to Come (Zihnin Gelecekteki Şekli ) adlı kitabında şöyle diyor;
"Zihin ihtilalinin yarı yolunda bulunduğumuz anlaşılıyor. Daha parlak gelişmeler olacak. Zihnin yeni anlayışı; insanın hislerini, hareket tarzlarını yahut zekasını kontrolde güçlü metotlar meydana getirdi. Biz şimdi birçok zihin halini, hemen hemen bütünüyle, fiziki vasıtalarla kontrol edebiliyoruz."
Parapsikoloji terimi ilk kez 1880 yıllarında Dessouir tarafından kullanılmış. Normal yaşantımızda karşılaştığımız, ancak mevcut müspet bilgilerimizle açıklanamayan ruhi olayları tanımlayan bir terim. Parapsikoloji bugün; beş duyumuzun dışında, bazı olayları sezebilmek, etkileyebilmek ve geleceğe, geçmişe ait bazı şeyleri anlamaya yardımcı olan bir bilim dalı haline gelmiş bulunuyor.
Parapsikoloji'nin, ABD ve dünyada yayılmasındaki en etkin isimlerden birisi olan Dr. J.B.; bir insanın duyumlarını kullanmadan, dış dünyadan ve diğer insanların zihinlerinden bilgiler alabileceğine inanıyordu. Yani "Duyumlar Dışı Algılama".
CIA devreye giriyor
New York Times Gazetesi'nin l6 Temmuz l977 tarihli sayısında şöyle bir haber yayınlandı; "ABD, insanlığı esir edebilecek görünmez silahlar geliştiriyor." Bir yıl sonra, Arizonalı gazeteci Walter Boward, "Operation Mind Control" (Zihin Kontrol Harekatı ) adıyla yayınladığı kitabında ciddi suçlamalarda bulunuyordu;
"CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler, ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik mikrodalgalar ve alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi, davranış değişiklikleri terapisidir.
CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başarmıştır. Bu yöntemlerle, yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu savaşın görünmez muharebe sahası insan zihnidir. Parapsikoloji silahları devletler vatandaşlarını kendi ideolojik ve politik sistemleri içinde tutmak için veya diğer ülke insanlarının zihinlerini etkileyerek değiştirmek ve kendi gayelerine uygun yönlendirmek amacıyla kullanacaklardır."
En hayret edilecek konunun, milli güvenlik etiketi altında zihin kontrolünün araştırılması olduğunu vurgulayan Boward, kitabında zihin kontrolü için uygulanan "MKUTRA Projesi"ne de değiniyor;
"Senato istihbarat komitesine; Amiral Turner, 'CIA uyuşturucu ilaç deneylerini durdurdu' demiştir. Sorulmadı ve kendisi de zihin kontrol projelerinden bahsetmedi. Amiral Turner, zihin kontrol harekatının durdurulduğunu söylemedi, yalnızca deneyler durduruldu" dedi.
Günümüzde insanların zihnine çeşitli araçlarla (gazete, kitap, radyo, internet ve televizyon ) ulaşma imkanı sınırsız ve kontrolsüz bir halde. İnsan denilen biyolojik varlık, çok kolay programlanabilmekte. Okült (batıni, gizli ) bir bilgi olan tekno-maji'nin (teknik büyü ) sırları da son 300 yıl içinde insanlar tarafından çözülmüş durumda. Bu bilgi yığını korkunç silahları da beraberinde getirdi.
Teknokrat, bilim adamı ve askerlerden oluşan bir grup, bu güçlerin kontrolünü şimdi elinde bulundurmakta. Son 25 yıl, parapsikoloji ve psikotronik gibi adlar altında psikomaji'nin (ruhsal büyü ) uygulama alanına konulduğu yıllar oldu. Hedef insan zihinlerini kontroldür. Geleceğin insanının-hatta günümüzün-kaderini; psikologlar, psikiyatristler, nörologlar, nörobiyologlar, biyokimyacılar, kuantum fizikçileri çiziyor."
Blue Bird!
CİA; Sovyet, Çin ve Kuzey Kore'nin zihin üzerindeki çalışmalarına karşı ilk programı 1950'de "Blue Bird" (Mavi Kuş ) adıyla hayata geçirdi. Sonraki her gelişme Mavi Kuş'un kanatları altında serpildi. Bugün ilgilenenlerin elinde, CIA'in 1953'te Güvenlik Bürosu, 1962'ye değin Teknik Servisler Kadrosu eliyle yürüttüğü kirli projelere ilişkin 215 bin sayfa doküman var. Ancak bunların tamamı, işin finansal yönüne ilişkin ipuçlarından ibaret. Öze ilişkin kayıtların miktar ve içeriği bilinmiyor, nedeni bu döneme ait tüm belgelerin imha edilmiş olması. Yine de işin içinde yalnızca CİA'nin değil; ABD Savunma Bakanlığı, askeri kurumlar, Avrupa'daki bir çok bilimsel kuruluş ve özel laboratuvarların da bulunduğu anlaşılıyor bu dokümanlardan.
CIA'in başlangıç çalışmaları parlak sonuçlar verdi. İnsan davranışlarını ve dengesini kimyasal yöntemlerle zayıflatmayı amaçlayan bir ekip, "Scopaline, Barbiturates, Peyote, Mariyuhana ve Mescaline" türü maddeleri kullanarak "gerçek serumu" üretmeyi planladılar. Ekip bununla da kalmayıp, "Beyinlerarası Radyo-Hipnotik Kontrol" projesinin ilk adımlarını da attı. İnsanların içine, onları kontrol edecek küçük alıcıların yerleştirilmesi idi projenin görünmez yüzü. Ve zamanla insanların kobay olarak kullanıldığı projelerin efsaneye dönüşecek isimleri ardı ardına belirginleşmeye başladı; MKULTRA, MKSEARCH, MKACTION ve ARTICHOKE.
MKULTRA...
Sayılan projelerden MKULTRA'nın ne olduğunu bilmek, bu konuda neden korku duyulması gerektiğini yeteri kadar açıklıyor. MKULTRA'da yalnızca uyuşturucular üzerinde çalışılmıyor. Duyumda azaltma, dini cemaatler, mikrodalga deneyleri, psikolojik şartlanma, psiko-cerrahi, beyin nakli gibi pek çok araştırma yapılıyor proje kapsamında.
MKULTRA'da tamamı gizli bütçelerden finanse edilen 180'in üzerinde alt proje bulunuyor. Ana proje çatısı altında kimyasal, biyolojik ve radyolojik maddelerin insan hareketlerini kontrol etme amaçlı ve gizli operasyonlarda kullanılmasına yönelik bir seri araştırma yapılıyor. Kâğıt üzerinde 1964'te sona eren projenin 1970'lere kadar sürdürüldüğü biliniyor. Tüm belgelerin 1973'te yok edilmesi nedeniyle projenin tamamı soruşturma ve kovuşturmalardan sıyrılmayı başardı.
"Duyu Ötesi Algılama"; insanın gelecek, geçmiş veya şimdiki zaman hakkında, bilinen beş duyuyu "kullanmaksızın" bilgi edinebilmesine deniyor. Yani "6.his"ten başlayarak! 1970'lere kadar parapsikolojik bir altyapı mevcutsa da, bu tarihten sonra "psişik" çalışmalar çok daha kalibreli, geniş ve tehlikeli bir boyuta tırmanıyor.
Örneğin, ölülerden istihbarat temini için medyumlardan faydalanıldığı, bunlara bütçe ayrıldığı biliniyor. Bunlar ABD'de olanlar. Ya Sovyetler?
1975 yılına gelindiğinde, Sovyetlerin bu alandaki faaliyetlerinin gideri 300 milyon Ruble'yi aşmıştı. Bu rakam tek başına işin ciddiyetini gösteriyordu. Ancak ABD için buradaki problem farklıydı. CIA istihbarat alamıyordu ve kongreyi bu alana yatırım yapmaya ikna edebilecek delillerden yoksundu. Yine de konuyu NSA'ye taşıyarak gerekli desteği aldı.
1971'de "duru görü" üzerine çalışmalara başlandı. Bio-insanın klasik 5 fiziksel duyusunun dışındaki bilgiyi organize edebilmek için ek algılayıcılara sahip olup olmadığı araştırılıyordu ve bu başarıldı. Uzmanlara göre, insanın tam 17 tane farklı duyusu vardı ve projeler, deneyler ardı ardına hayata geçiriliyordu.
Bugün için söylenecek çok fazla şey yok ne yazık ki. Yöntem ve pratiğin daha sarsıcı hale gelmesinin, ya da uygulama alanının daha tehlikeli çapa erişmesinin kaygıları artırmaktan başka bir önemi yok. Çünkü ilkel haliyle de olsa, bir grubu ya da bir ülkedeki tüm insanları topyekûn etkileyebilecek de olsa "zihin kontrolü" lanetli bir iş. "Uluslararası Af Örgütü" de tam olarak bunu söylüyor zaten:
"Bireyin kendi zihin kontrolünü sağlama yetisine zarar verilmesini, düşünce kontrolü ve beyin yıkama bahsinde yer alan bir ahlaki suç olarak ele alıyoruz. Zira bir insanın zihni yetilerini bozmayı ya da yok etmeyi hedefleyen herhangi bir sorgulama ve uygulama prosedürü, yaygın olarak kabul edilen fiziksel işkence sınıflandırmaları kadar insanlık dışıdır."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)