Trakya Beyin Platformu

26 Ekim 2011 Çarşamba

JUNG'a GÖRE KADER

Kader mi ? Degil Mi?

 “Bilincinize getirmediğiniz herşey karşınıza kader olarak çıkar” demişti Carl Jung. Başımıza gelen dış dünya olayları ile iç dünyamız arasında direk ilişki kurmuştu. Peki Jung ne demek istemişti?

Jung, bilinçdışının ögeleri hakkında çok yazı yazdı. Örneğin, insanın bilinçdışındaki karşı cinsi, anima ve animus, insana hem cehennemi, hemde en büyük zevkleri yaşatıyordu, yaratıcılığın da kaynağı idi. Bilinçdışındaki tutkularımız, isteklerimiz karşımıza çıkan insanlara bile karar veriyordu. Hep karşısına kötü, yanlış kadınlar/erkekler çıkıyor, bir türlü doğru insana rastlamadı, ilişkilerinde dikiş tuturamadı diye ahlayıp ve vahlamak yerine, bilinçdışımızı bilincimize getirmemizin gerekliliğini bize anlattı.

Gölgemiz, kabullenmediğimiz karanlık yönümüz, yargılarımızı, realiteyi algılayışımızı şekillendiriyordu. Ayıpladıklarımız, kötü diye kaçındıklarımız kendi içimizde vardı, bu yüzden bocalayıp duruyorduk. Dış dünya subjektif gözlerimizin lensinden görünüyordu. Hani şu bardağın yarı dolu veya boş gözükmesi gibi ve kendi kaderimizi kendimiz yaratıyorduk.

Peki kader nedir? Büyük bir güç tarafından yazılmış bir yazgı mıdır? Jung, “Collected Works (Toplanmış Eserleri)” de içgüdü, bilinçdışı ve kaderin anlamlarını birleştirir. Göçmen kuşların göçü, tohumun filizlenmesi Jung’a göre kaderdir. İnsanın bireyleşme çabaları, kendi olma yolculuğu da içgüdüseldir yani insanın kaderidir. İnsanın bilinçdışının bir ucu tarih öncesine gider (kollektif bilinçdışı), diğer ucu ise bazı davranışlara içgüdüsel olarak hazır oluşu nedeni ile geleceğini belirler. Bu onun kaderidir. Jung’a göre kader, egonun isteği ile aynı olmak zorunda değildir. Kader, egonun isteklerine karşı olunca onun kendinden ayrı bir güç tarafından yazıldığını zannetmesi çok da tesadüf değildir.

Yaşadıklarımızı bilinçdışımız belirliyorsa ve bilinçdışımız kaderimiz ise, bilinçdışımızı bilincimize getirmekle hayatımız ne kadar değişir? Kuyunun dibini görünce, kuyu kaybolur mu? B ilinçdışı kompleksler yüzünden yüzeye kontrolsuz çıkan haraketler ve isteklerin esiri miyiz? Yoksa bastırıp, kontrol etmeye mi çalışmalıyız?

Bu soruların cevabı kolay değildir, bir çoğumuzun tecrübe ettiği gibi ne kadar üstünde çalışsak bile bunları bazen kontrol edebiliriz, bazen de edemeyiz. Bildiğimiz şeyleri daha iyi kontrol edebildiğimiz kesin, bilmediğimiz birşeyi kontrol edemeyiz. Ayrıca yaşadıklarımız için suçladığımız kişilerin davranışlarında ve olaylarda kendi payımızı farkedince onlara karşı toleransımızın artığı da doğrudur. Bilinçdışımızı bilincimize getirdikce farkındalığımız artar, farkındalığımızın artması, olgunlaşmamız, olayları içselleştirmemiz ile yaşadıklarımızı daha olumlu yaşamamız olasıdır.

Burada astrolojiden örnek vermek gerekirse, ortaçağ astrolojisinde Güneş-Satürn karesine verilen anlam (özellikle bu açının ucu IC veya Ay’ın Kuzeydüğümüne denk geliyorsa) doğal yollardan olmayan, şiddete maruz kalarak ölümdür. Bugün ise modern astrologlar tarafından aynı açı, derin güvensizlik hissi ve toplumun bakış açısına aşırı hassasiyet diye yorumlanıyor. Aslında açının sembollediği anlam değişmedi, sadece Jungian analistlerin, psikoloji workshoplarının ve meditasyon gruplarının olmadığı ortacağda bu enerjinin en yaygın ifade ediliş şekli fizikseldi, bugün ise farkındalığı artan insan için bu enerji ilk önce kendi içinde yaşanıyor, sonra onunla mücadele etme yöntemleri öğreniliyor. Böylece bu açıyı ifade etmek için ilk akla gelen bir kılıca sarılmak olmuyor. Açı aynı, arketip aynı, enerji aynı fakat içselleşme deneyimi ile davranışlarının sebebini anlamaya çalışan insan için bu enerjinin tek ifade ediliş yöntemi artık fiziksel değil.

Farkındalığın artışı ile yaşananların değişmesi örnekleri çoğalır, hatta makus kader diye adlandırılan bir ölüm de bile bir ifade edilememişliğin, yaşanılmamışlığın, rededilişin izleri bulunur ya da ölüm o ruh için bir ihtiyaçtır. Bir kişinin öldüğü anın haritasını çıkarttığınızda (ölüm haritası, doğum haritası gibi o anın özelliklerini gösterir) bunları açıkça gözlemlersiniz.

Psikolojik Astrolojinin görüş açısına göre kader bizim dışımızda gelişen bir olay değildir, kaderimiz içimizdedir yani psikolojik komplekslerimizin bir parçasıdır. Bu kompleksler de ayrıca Evrenin muhteşem düzenin bir parçasıdır. Belki bu yüzden psikolojik astroloji de, klasik astroloji gibi kader ile ilgilenir diyebiliriz.

1 yorum: